FUTBOLMİLLİ TAKIMLAR

EURO 2020 – Sundukları ve Sunacakları

2021’de geçtiği halde adının 2020 olması ile bile tarihte uzun yıllar rafta kalacak olmasının yanında bize oyun içinde taktiksel ve duygusal olarak unutulmayacak şeyler yaşattı EURO 2020, ancak sıkı tutunun. Çünkü daha yeni başlıyoruz.

Futbolun tarihine baktığımızda özellikle Avrupa Şampiyonaları ve Dünya Kupalarının sonraki yıllarda kulüp futboluna etkisi bariz ortada. Her bir etkinin ortaya çıkmasının arkasında “süperdehâlar” var desek pek de yalan söylemiş olmayız.

Turnuvadaki üçlü oynayan takımları inceleyeceğiz. Baştan başlayalım.


Bizim de içinde olduğumuz A grubu; son Dünya Kupası’nı kaçırmış ve futbol aşkıyla yanan Akdeniz insanı, buraya muhteşem bir formla gelen, İtalyanlar,
Son Avrupa Şampiyonası’nın “peri masalı”nı bizzat elleriyle yazıp ıslak imza atan Galler, son olarak da Petkoviç önderliğinde bir ex-bundesliga karması olan İsviçre.

Bu yazıda Türkiye’den çok bahsetmeyeceğim çünkü saha içerisinde gelecek futboluna katkısı olan takımları konuşacağız. Türkiye bize son 20 yılda görülmeyen bazı şeyler gösterdi ancak televizyonlarda yeterince hakkında konuşulduğunu düşünüyorum.

Sizi 4’lü bir ilüzyonla kandırıp aslında topu her ayağına aldığında rakip yarı alana 3-5-2 olarak dizilen bir İtalya görüyoruz. Mancini pek tabii bunu 3’lü çıkarak da yapabilir (hatta bu formasyonla savunmayı yapmak daha kolaydır) ancak alacağı ve hatta aldığı getiriye baktığımızda harikulade bir iş çıkarttığını anlıyorsunuz. Spinazzola’nın bıraktığı boşlukları rakibine asla değerlendirtmediğini zaten grupta kalesine sadece 2 şut gelen Donnarumma’nın rahatlığından fark edebilirsiniz. İtalya’ya sonra döneceğim.

Mürekkebi kuruyalı birkaç sene geçen Galler, eski formunda gelmedi buraya. Bale’in yaşadıkları ve Ramsey’in de yaşlanması ile artık tavanı belli, ancak elindekini hala oldukça iyi kullanan bir takım kurdu Ryan Giggs. Turnuvadan biraz önce yaşadığı olaylar yüzünden yerini yardımcısı Robert Paige’e bırakmak zorunda kalmış olsa da, kendisi grup özelinde bu işin altından oldukça iyi kalktı.

Galler’in belirli bir süredir sağlam bir üçlüsü vardı ancak bu turnuvaya gelirken hazırladıkları bir dörtlü savunma olduğunu da görmüş olduk. Ne yazık ki Galler’in yetenek yoksunu ayakları, onları son 16 takımdan ileriye taşıyamadı. Yine de bu turnuva özelinde Galler’i asla kötü hatırlamayacağız.

Gelelim İsviçre’ye. Açıkçası İsviçre’den beklentim vardı ancak oynadıkları oyun beklentimin o kadar üstündeydi ki şaşırmadım desem yalan olur. Baktığınızda İsviçre’nin de oldukça iyi bir üçlü takımı olduğunu görüyorsunuz. Savunma ve geçişi çok iyi yapmadaki en büyük pay Xhaka’ya ait. Seferoviç ve Embolo da büyük ihtimal son turnuvaların gördüğü en iyi forvet ikilisiydi.

Üçlü savunmanın gelişimine baktığımızda EURO 2012’deki 16 takım arasında 0, WC 2014’te 32 takım arasında 7, EURO 2016’da 24 takım arasında 7, Rusya’daki Dünya Kupası’nda 32 takımda 4, son olarak EURO 2020’de ise grup maçları tamamlandığında 10, son 16 ile 24 takımın yarısının üçlüden faydalandığını görüyoruz.

Modern futboldaki üçlü trendini yakalayanların başında Conte geliyor. Daha önce Premier Lig’de hiç üçlü bir takım şampiyon olmamışken Chelsea ile yaptıkları, sonrasındaki senede rakip takımların onları karşılayabilmek için üçlüye geçmesi ile pek çok tez – antitez oluştu ve üçlü modern futbola girişini bir adım ilerletti.

Her ne kadar onları muhteşem 4-3-3’ler ile bilsek de, aslında Pep’in City’si ve Klopp’un Liverpool’u da top ayağına geçtiğinde muhteşem üçlü takımları. Klopp bekleri çıkararak, Pep ise bekler (genelde Cancelo) ile ortayı çoklayıp, kanatları açarak farklı üçlüler kullanıyorlar ve maç içerisinde sıkça üzerinde oynuyorlar.

Turnuvaya dönersek, adını destanlara yazdırıp Fransa’yı eleyen muhteşem üçlü takımımız İsviçre, İspanyollar karşısında uzun bir süre sonra dörtlü tercih etti. Bunun sebebi ise İspanya’nın genişlemek için kanatları devamlı çizgiye kadar indirmesi, Petkoviç de bunu çok iyi gördü ve İspanya’nın kanatlara açmasına izin verdi çünkü kanattan üretim neredeyse yapamıyor İspanyollar. İsviçre’nin elenmesine karşın turu İspanya’dan az hak ettiğini söyleyemeyiz ancak İspanya son yarım saatte eksik rakibine cehennemi yaşattı ve belki de onları o kadar yorduktan sonra rahat bir penaltı sekansı geçirdiler.


Turnuvanın başrolü Danimarka ise aslında olayın futbolla hiçbir ilgisi olmadığını, başarı için sadece kaledeki oyuncunun soy adının Schmeichel olması gerektiğini bir kez daha kanıtlıyor(!)

Yugoslavya’daki sorunlar sonrasında çıkıp 92′ turnuvasını alan Danimarka’da aynı ruhu günümüzde de açıkçası ben görüyorum. Açılış maçında yaşadıkları korkunç talihsiz olay, onlara güç vermiş olacak ki takım daha da kenetli, daha bağlı. Ancak başarının anahtarı sadece bu veya Schmeichel soy adı değil.

Eriksen sağlıklı olsaydı sizce Danimarka final yolunda bu kadar ilerleyebilir miydi? Pek tabii. Ancak Eriksen’in yokluğunda da oyunlarında harika bir olgunluk ve çeşitlilik görüyorsunuz. Kadrosundaki neredeyse her oyuncu kulüplerinde hakları verilmemiş birer süperyıldız gibi oynadı bu turnuvayı. Açıkçası Kasper Hjulmand’ı bu turnuva öncesinde pek takip etmedim ancak biraz baktığımızda kendisinin Nordsjaelland’ı günümüzdeki yerine taşıyan baş faktörlerden biri olduğunu görebiliriz.
Danimarka biraz da kura şansıyla ve harika bir futbolla yarı finale kadar geldi ancak İngiltere karşısında şansları pek yaver gitmedi. Southgate’in yaptığı 4’lü seçimi ve istediğinde topu biraz daha önde kullanabildiğini göstermesiyle açıkcası Danimarka’ya pek nefes aldırmadılar ve adlarını finale yazdırdılar. Yine de Danimarka’dan çok etkilendim.

EURO 2020’nin adının geçtiği bir yerde Macaristan, Avusturya, ve Ukrayna için ayrı bir parantez açmamak haksızlık olurdu.
Macaristan ölüm grubuna ilk düştüğünde sosyal medyada insanların onlara sokakta kalmış bir yavru kedi edasıyla ne kadar acıdığını hatırlıyorsunuzdur. Velakin bizim kedi kaplan çıktı, bayağı da büyük bir kaplan.

Turnuvadaki en farklı üçlülerden birine sahipti Macarlar, hatta beşli desek yanlış olmaz. En büyük yıldızları Szoboszlai de olmamasına rağmen kimseye geri adım atmadılar, 3 gol yedikleri Portekiz maçında bile ilk golü yiyene kadar puana çok yakın oldukları aşikardı. Savunmacıların ekstra performansı, harika Budapeşte atmosferi ve etkileyici bir beşli savunma ile Macaristan’ı iyi hatırlayacağız.

İtalyanları bugüne kadar belki de İspanya’dan bile fazla tek zorlayan takım Avusturya idi ve bunu muhteşem Bundesliga altyapılarına borçlular. Asla tükenmek bilmeyen, devamlı koşan ve pres yapan Avusturya, bana kalırsa İtalya karşısında en azından penaltılara gitmeyi hak etmişti. Alaba’yı turnuva başından beri tuhaf kullanışları, Alaba’nın da bence ne oynamak istediğini bilmemesi sonucu inanılmaz enteresan bir takım çıktı karşımıza ama eleme turlarında kendilerini tempoyla buldular.
Premier Lig ve Bundesliga’nın bu konuda rakiplerine ne kadar fark attığını İngiltere-Danimarka mücadelesinde de gördük. Uzatmalarda 2-1 yenik olduğu halde ayağını kıpırdatamayan bir Danimarka kalmıştı sahada, öbür tarafta İngilizler topla golf oynuyordu.

Ukrayna’nın etkileyici bir oyunu yoktu belki ama Andriy Şevçenko daha şimdiden ne kadar iyi bir hoca adayı olduğunu dünyaya kanıtladı. Henüz hamlık döneminde bir hoca olmasına karşın bu kadar pragmatist bir oyunu sahaya bu kadar iyi yansıtması ve oyun içindeki hamlelerinde asla gecikmemesiyle tam puan aldı ve açıkçası oldukça heyecan yarattı İngiltere karşısına giderken.

Ukraynalılar maalesef ki o maçta havluyu biraz erken attı, ancak bunun Southgate’in Ukrayna’yı çok iyi okuması ve bu maç özelinde sıkı bir dörtlüye geçmesiyle kesinlikle ilgisi var.

Etkileyici başaltı hikayelerimizi bitirdiğimize göre geriye kalan favorilerin ne yaptığından söz edebiliriz.

Almanya, Portekiz ve Fransa’nın ellerindeki kadroya göre oldukça yetersiz oyunlarla elendiğini, aslında bir bakıma İngiltere gibi oynamaya çalıştıklarını ancak kesinlikle çok daha kötü uyguladıklarını söyleyebiliriz. Bugün Müller o golü atsa bambaşka şeyler konuşuyor olabilirdik keza bu tarz oyunlar oynadığınızda skorla yaşayıp skorla ölürsünüz. İtalya veya Danimarka çeyrekte elense ayakta alkışlanabilecekken, İngiltere erken elenseydi Southgate 4-5 ay ülkeden içeriye giremeyebilirdi. Bu da dediğim gibi skor oyununun çift tarafı.

Final adaylarımızdan bahsedelim. Danimarka’dan zaten biraz söz etmiştim, o yüzden İspanya-İtalya’ya dönüyorum.


Turnuvada yarı finale kadar kesin final adayı, hatta en iyi futbol oynayan ve şampiyon olmayı hemen hemen herkesin gözünde hak ederek gelen bir İtalya ve karşısında binbir eleştiriden ve zor dönemden geçmiş, kesinlikle henüz tam olmayan harika bir geçiş takımı İspanya.

Maça gelirken Spinazzola’nın da eksiğiyle topun biraz daha İspanya’da olacağını biliyorduk. İspanyollar belki de bu turnuvada üçlü tercih edenlerden biri değil ancak bize İspanyol futbolunun oynanması için Xavi-Iniesta ikilisinin zorunlu olmadığını gösterdi. Savunmadaki eksiklerine rağmen muhteşem bir topa sahip olma takımı İspanya. Laporte’un ayağına biraz baksalar da neredeyse çıkarken hiç top kaybetmiyorlar. Maç başına ortalama en az (yaklaşık) 600 pas yapan İtalya, 120 dakika sonucunda İspanya’ya karşı 387 pastan fazlasını yapamadı.

Bu maç öncesine kadar turnuvayı İtalya hak ediyor gibi gözükse de, oynadığı oyunla turu bariz bir şekilde hak eden taraf İspanya’ydı ancak talihsiz bir penaltı sekansı sonucunda İtalya adını finale yazdırdı, ancak hak etmişlerdi gerçekten.

Finale yaklaşırken, artık önümüzde kupaya aç 2 takım var. Uluslararası kupası (A Mîlli Takım bazında) 1966 Dünya Kupası olan İngilizler, bu turnuvaya kadar 1980 sonrasındaki hiçbir Avrupa Şampiyonası’nda eleme turlarında bir galibiyet bile alamamıştı.

Öbür tarafta ise tarihi başarılarla, ikincilikler ve üçüncülüklerle dolup taşan İtalya, 2006’da şampiyon olduktan sonraki Dünya Kupalarının hepsinde çuvalladı. 1968’de katıldıkları ilk Avrupa Şampiyonası’nı kazanan İtalya, bir daha turnuva özelinde kupa göremedi.

Final özelinde topu %60’dan fazla kendi isteğiyle alan takımın bir adım önde olduğunu düşünüyorum. İngilizler İtalyanların İspanya karşısında ne kadar zorlanmış olduğunu görmüş olacak ki bu maça yine 4’lü çıkıp, topla oynamak isteyecek bana kalırsa.

Asıl hikaye ise finalden sonra, bu turnuvadaki ufak detayların kulüp futboluna dokunuşu ile başlayacak…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu